Çocukluğum 10 lu yaşlarındaydım. Ağustos güneşinin tenimizi kavurduğu bir günde kardeşlerimle arabayla gezintiye çıktık. Gezinti dedimse öğle çok uzun bir yolculuk değil. Kendi eksenin de bitmeyen gezinti demem abartılı olmayacaktır. Güneşin sıcaklığından saçlarım tutuştu tutuşacak sanırdım.
Bu gezintinin aslında çok büyük bir amacı vardı. Öyle kuru kuruya bir gezinti değildi. Kardeşim bir tarafta ben bir tarafta kurumuş buğday başaklarının üzerinde kendi eksenin de dönen öküzlerin dışkı ve idrarlarını buğday başaklarının üzerine düşmeden yakalamak . Eğer pratik bir şekilde bu işi başaramazsak vişne çubuğu ile işimizi daha iyi yapmamız gerektiği büyüklerimiz tarafından hatırlatıldı.
Bu kısa görünen uzun yolculuk nihayetinde biterdi. Ortaya çıkan çuvallar dolusu buğday çuvallara doldurulur, ceşmeye götürüldü. Çuvallardan çeşmenin kurününe (küvet) doldurulur ve yıkama aşamasına geçilirdi. Yıkanan buğdaylar tekrar çuvallara doldurulur ,harmana götürülür uzun bir süre kaynatılır daha sonra bezlerin üzerine serilir kurutulurdu. Kuruyan buğdaylar tekrar toplanır , çuvallara doldurulur eşeklere yüklenir ve değirmen yoluna düşerdik. 8 eşek ve çekirdek ailemizle birlikte yeni bir yolculuk başlardı.
Değirmene vardığımız da belki bir hafta sürecek bekleyiş başlardı. Değirmenin dişleri arasına sanki gizlenmiş yeniden birşey inşa eder gibi tak tak sesleri taki değirmenden uzaklaşa kadar beynimize işlerdi. Değirmende günlerce dövülen buğdaylar tekrardan çuvallanıp eşeklere yüklenir ve eve dönüş yolunu tutardık.
Dövülen çuvallar dolusu buğday taneleri avuç avuç bulgur taşından geçilir. Sonra bulgurdan kepeği ayrılır. Bulgur elenerek ince bulguru ayrılır ,ince bulgur elenerek bulgurun unu ayrılırdı.
Ve artık ambarlar dolusu bulgur elde etmiş olmuştuk. Mis gibi tereyağı ile pişen bulgur pilavını artık afiyetle yiyebilirdik.
Bir taraftanta boş kalan buğday tarlalarını seyre dalardık…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 + 3 =