Salgın Günleri

Uzun uğraşlarımın sonunda kedime harika bir uçurtma yapmıştım. Gökkuşağını kıskandıracak renklerdeki uçurtmamı uçurtmak için evimize yakınlarındaki açık alana koştum. Bir iki denemeden sonra onun gökyüzünde bir kuş misali uçmasını başarmıştım. Yemyeşil kırlarda bir sağa bir sola koşuşturup başarmanın sevincini yaşıyordum. Birden aklıma bir fikir geldi !Uçmanın keyfini alan uçurtmam için yeryüzü artık esaret olacaktı. Uçurtmamı gökyüzünde özgürlüğüne bıraktım. Uçurtmamda bu anı bekleyen bir tutsakmış gibi ipi ellerimden hızlıca sıyrılıp gökyüzünde salınmaya başladı . Onun özgürlüğe koşuşunu izlemek ,uçurtmak kadar keyif veriyordu. Uçurtmam rüzgarla ahenk ile dans ediyordu . Uçurtmam yükseldikçe renkleri solmaya başlamıştı. Yüksek tepeleri aşan uçurtmam tamamen gözden kaybolmuştu. Yapmak için çok emek verdiğim uçurtmamı belki bir daha hiç göremeyecektim ama kalbimde tarifini anlatamayacağım bir mutluluk yaşıyordum. [Devamını Oku…]

Vişne Lekesi

Vişne Lekesi
Zift korkusunu bilmediğim, taş kaldırımlarda yürümedigim yıllardı. Vişne ağaçlarında küçük bir serçe misali daldan dala sıçrardım. Kan kırmızısı vişneleri bir bir toplar, avuç avuç yerdim. Bazıları sıkarak suyunu koluma damlatırdım. Sonra da” ah yaralandım” şakaları yapardım. Zirvedeki vişneler kendilerini ulaşılmaz sanırdı. Tabi ki zirveler içinde planlarım olurdu. Dalın çıkabiliceğim en son noktasına kadar çıkar, elimdeki kementi dalın boynuna geçirirdim. Kement geçirdiğim zirve dal ile hop diyerek yere inerdim. Vişne dalları da benim bu hoyratça hallarime sessizce boyun eğerdi. Bana asla karşı koymazlardı.Bana boyun eğen dallarda ne varsa silip süpürürdüm . O ulaşılamaz zirvenin vişneleri ,benim hasır sepeti çoktan boylamış olurdu. Sonra kementi çözerdim.O burnu havada dallar, ihtiyar beli bükük teyzeler gibi yavaş yavaş doğrulurdu. Eee artık ne kadar doğrulabilirse!… Şimdilerde çok değiştim. Kim bilir belki de ben büyüdüm dallar küçüldü. Elimin tutabildiği , kolaylıkla dokunabildiğim şeylerle meşgul ve mutlu olmayı hedefliyorum . Zirvelerin ulaşılmaz olduğunu düşündüğümden falan değil. Zirvelerdeki vişneleri kuşlara bıraktım.  Anladım ki kuşların zirvedeki vişnelere benden daha çok ihtiyacı var…

Psikoloji

Yaşadığımız olaylara ne kadar duygu yüklersek o kadar hafızaya kazınıyor. Aslında yatınca sabaha gözlerimizi açıp açmayacağımız belli olmayan, dünyaya olaylarına gereğinden fazla duygu yüklemek gereksiz . İnsan bu mantıklı planlamaları yaşarken düşünüyor olsa daha da pozitif ve mutlu olur. İnsan en büyük çabayı kendiyle vermeli, güzel şeyler düşünüp , mükemmel olmasa bile mükemmele yakını üretmelidir. Tırtıl dahi kendi ördüğü kozadan kelebek olarak çıkarken ,biz niye duruyoruz. Hadi başlayalım mı?… ❤

Alıntı

Dede ve torun yürüyüşe çıkmışlar . Yolda yürürken bakmışlar ki beyaz bir köpek ile siyah köpek kavga ediyor.
Çocuk sormuş;” dede bu köpeklerden hangisi kazanacak?”
Dede cevap vermiş. ” Biz hangisini beslersek,o kazanacak”demiş….
Dünya hayatında da iyilik ve kötülükten hangi yönümüzü beslersek o kazançlı çıkacak.
#siyah #beyaz ❤

Devam Eden Anı

Oğlum 2. Sınıfta okuldan bir kağıt getirdi. Kağıtta karete kursu açılacak notu yazılıydı. Oğlum gitmek ister misin diye sordum oda gitmek istediğini söyledi. Kağıdı imzaladık yolladım. Bir kaç gün sonra kurs açıldı. Ben de oğlumu aldım, karete kıyafetlerini giydirip beyaz kuşağını da beline bağladım okula gittim. Hoca da işinin ehli biri belli tanışma falan oldu, bir iki figür gösterdi. 45 dk ders bitti. Oğlum ilk dersten pes etti ben sevmedim gitmek istemiyorum. Benimde huyum başladığım iş bitecek. Yarim kalan işe iş demem o iştende zerre keyif almam. Ve bundan sonra ki derslere adeta sürükleye sürükleye götürdüm. Ders süresi boyunca günler belki aylarca ağladı. Sen üvey anne misin diye komşularımdan tepki dahi aldım…Oğlum şuan 6. Sınıfta kahverengi kuşakta ve haftanın üç günü derslere hala devam etmekte…
Eğitimin olmazsa olmazları;
1. Güven
2. Sevgi
3. Disiplin
4. Eğitim
5. Devamlılık
6. Dua
Günümüz eğitim sistemi üniversiteyi bitirince her şey tamam gibi bir algı aşılıyor. Oysa Hz Peygamber Efendimiz s.a.v buyurdugu üzere ” İlmi , beşikten mezara kadar isteyin ”
Eğitim de oldum artık bitti demek yok!❤
.

Yan Yana

Yan Yana

Değil ki yan yana yürümek , gölgesinden dahi artık haz etmiyorum onların. Aynı güneşin altında ayrı mehtabın havasını teneffüs ediyorum. Nedendir bilinmez yıllarca esir tuttum . Neyi mi ? Nedenle ve niçinleri. Bu yaşta bu olgunluk ,yoksa yaşanmışlık mı desek! Hadi uyu kuzum, geceler bana mürekkep ,ay ışığı kağıt , kelimeler ipe dizilemeyi bekleyen boncuk! Bir roman ” dudaktan kalbe ” benimki ise “kulaktan kalbe” … Yazmayacaksak ne önemi var yaşamanın! Beni korkutan gölgeler, çekilin yolumdan . Emaneti sahibine vaktinde ulaştırmak gerek!… ❤

Başakların Yolculuğu

Çocukluğum 10 lu yaşlarındaydım. Ağustos güneşinin tenimizi kavurduğu bir günde kardeşlerimle arabayla gezintiye çıktık. Gezinti dedimse öğle çok uzun bir yolculuk değil. Kendi eksenin de bitmeyen gezinti demem abartılı olmayacaktır. Güneşin sıcaklığından saçlarım tutuştu tutuşacak sanırdım.
Bu gezintinin aslında çok büyük bir amacı vardı. Öyle kuru kuruya bir gezinti değildi. Kardeşim bir tarafta ben bir tarafta kurumuş buğday başaklarının üzerinde kendi eksenin de dönen öküzlerin dışkı ve idrarlarını buğday başaklarının üzerine düşmeden yakalamak . Eğer pratik bir şekilde bu işi başaramazsak vişne çubuğu ile işimizi daha iyi yapmamız gerektiği büyüklerimiz tarafından hatırlatıldı.
Bu kısa görünen uzun yolculuk nihayetinde biterdi. Ortaya çıkan çuvallar dolusu buğday çuvallara doldurulur, ceşmeye götürüldü. Çuvallardan çeşmenin kurününe (küvet) doldurulur ve yıkama aşamasına geçilirdi. Yıkanan buğdaylar tekrar çuvallara doldurulur ,harmana götürülür uzun bir süre kaynatılır daha sonra bezlerin üzerine serilir kurutulurdu. Kuruyan buğdaylar tekrar toplanır , çuvallara doldurulur eşeklere yüklenir ve değirmen yoluna düşerdik. 8 eşek ve çekirdek ailemizle birlikte yeni bir yolculuk başlardı.
Değirmene vardığımız da belki bir hafta sürecek bekleyiş başlardı. Değirmenin dişleri arasına sanki gizlenmiş yeniden birşey inşa eder gibi tak tak sesleri taki değirmenden uzaklaşa kadar beynimize işlerdi. Değirmende günlerce dövülen buğdaylar tekrardan çuvallanıp eşeklere yüklenir ve eve dönüş yolunu tutardık.
Dövülen çuvallar dolusu buğday taneleri avuç avuç bulgur taşından geçilir. Sonra bulgurdan kepeği ayrılır. Bulgur elenerek ince bulguru ayrılır ,ince bulgur elenerek bulgurun unu ayrılırdı.
Ve artık ambarlar dolusu bulgur elde etmiş olmuştuk. Mis gibi tereyağı ile pişen bulgur pilavını artık afiyetle yiyebilirdik.
Bir taraftanta boş kalan buğday tarlalarını seyre dalardık…